Mutlak(Umumî) Tekfir ve Muayyen Tekfir Nedir?

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın Adıyla..

Mutlak(umumî) tekfir bir söz ve amelin küfür olduğuna hükmetmektir. Yani söz ve amelin nevini (cinsini) tekfir etmektir. “Bu söz küfürdür, şu amel şirktir, kim bunu yaparsa kâfir olur, kim şu sözü söylerse küfre işlemiş olur” demek gibi… Bu olaya umumî tekfir veya diğer bir ifadeyle mutlak tekfir denilir. Burada dikkat edilmesi gerekilen şey hükmü o fiili yapan şahsa indirgememektir. Dolayısıyla umumî tekfir kişi hakkında değil amel veya söz hakkında hüküm vermektir.

Muayyen tekfir ise; bu hükmü bizzat faile indirgeyerek ona kâfir hükmü vermektir. Burada fiilden ziyade o fiili yapana yani faile hüküm verilir. Dolayısıyla muayyen tekfir de asıl olan faildir, fiili işleyen kimsenin bizzat kendisidir.

وَكُنْت أُبَيِّنُ لَهُمْ أَنَّمَا نُقِلَ لَهُمْ عَنْ السَّلَفِ وَالْأَئِمَّةِ مِنْ إطْلَاقِ الْقَوْلِ بِتَكْفِيرِ مَنْ يَقُولُ كَذَا وَكَذَا فَهُوَ أَيْضًا حَقٌّ، لَكِنْ يَجِبُ التَّفْرِيقُ بَيْنَ الْإِطْلَاقِ وَالتَّعْيِينِ. وَهَذِهِ أَوَّلُ مَسْأَلَةٍ تَنَازَعَتْ فِيهَا الْأُمَّةُ مِنْ مَسَائِلِ الْأُصُولِ الْكِبَارِ وَهِيَ مَسْأَلَةُ ” الْوَعِيدِ ” فَإِنَّ نُصُوصَ الْقُرْآنِ فِي الْوَعِيدِ مُطْلَقَةٌ كَقَوْلِهِ {إنَّ الَّذِينَ يَأْكُلُونَ أَمْوَالَ الْيَتَامَى ظُلْمًا} الْآيَةَ وَكَذَلِكَ سَائِرُ مَا وَرَدَ: مَنْ فَعَلَ كَذَا فَلَهُ كَذَا. فَإِنَّ هَذِهِ مُطْلَقَةٌ عَامَّةٌ. وَهِيَ بِمَنْزِلَةِ قَوْلِ مَنْ قَالَ مِنْ السَّلَفِ مَنْ قَالَ كَذَا: فَهُوَ كَذَا. ثُمَّ الشَّخْصُ الْمُعَيَّنُ يلتغي حُكْمُ الْوَعِيدِ فِيهِ: بِتَوْبَةِ أَوْ حَسَنَاتٍ مَاحِيَةٍ أَوْ مَصَائِبَ مُكَفِّرَةٍ أَوْ شَفَاعَةٍ مَقْبُولَةٍوَالتَّكْفِيرُ هُوَ مِنْ الْوَعِيدِ. فَإِنَّهُ وَإِنْ كَانَ الْقَوْلُ تَكْذِيبًا لِمَا قَالَهُ الرَّسُولُ، لَكِنْ قَدْ يَكُونُ الرَّجُلُ حَدِيثَ عَهْدٍ بِإِسْلَامِ أَوْ نَشَأَ بِبَادِيَةِ بَعِيدَةٍ. وَمِثْلُ هَذَا لَا يَكْفُرُ بِجَحْدِ مَا يَجْحَدُهُ حَتَّى تَقُومَ عَلَيْهِ الْحُجَّةُ. وَقَدْ يَكُونُ الرَّجُلُ لَا يَسْمَعُ تِلْكَ النُّصُوصَ أَوْ سَمِعَهَا وَلَمْ تَثْبُتْ عِنْدَهُ أَوْ عَارَضَهَا عِنْدَهُ مُعَارِضٌ آخَرُ أَوْجَبَ تَأْوِيلَهَا، وَإِنْ كَانَ مُخْطِئًا، وَكُنْت دَائِمًا أَذْكُرُ الْحَدِيثَ الَّذِي فِي الصَّحِيحَيْنِ فِي الرَّجُلِ الَّذِي قَالَ: ” {إذَا أَنَا مُتُّ فَأَحْرِقُونِي ثُمَّ اسْحَقُونِي، ثُمَّ ذروني فِي الْيَمِّ فَوَاَللَّهِ لَئِنْ قَدَرَ اللَّهُ عَلَيَّ لَيُعَذِّبَنِي عَذَابًا مَا عَذَّبَهُ أَحَدًا مِنْ الْعَالَمِينَ، فَفَعَلُوا بِهِ ذَلِكَ فَقَالَ اللَّهُ لَهُ: مَا حَمَلَك عَلَى مَا فَعَلْت. قَالَ خَشْيَتُك: فَغَفَرَ لَهُ} “. فَهَذَا رَجُلٌ شَكَّ فِي قُدْرَةِ اللَّهِ وَفِي إعَادَتِهِ إذَا ذُرِّيَ، بَلْ اعْتَقَدَ أَنَّهُ لَا يُعَادُ، وَهَذَا كُفْرٌ بِاتِّفَاقِ الْمُسْلِمِينَ، لَكِنْ كَانَ جَاهِلًا لَا يَعْلَمُ ذَلِكَ وَكَانَ مُؤْمِنًا يَخَافُ اللَّهَ أَنْ يُعَاقِبَهُ فَغَفَرَ لَهُ بِذَلِكَ. وَالْمُتَأَوِّلُ مِنْ أَهْلِ الِاجْتِهَادِ الْحَرِيصُ عَلَى مُتَابَعَةِ الرَّسُولِ أَوْلَى بِالْمَغْفِرَةِ مِنْ مِثْلِ هَذَا.

“Onlara şunu da açıklıyordum:

Yine seleften nakledildiği üzere belli bir kişiyi kasdetmeksizin kim şöyle şöyle derse kâfir olur şeklindeki mutlak ifâdeleri de aynı şekilde haktır. Ancak mutlak ifâde (ıtlak) ile, ta’yin etmeyi (belirlemeyi) birbirinden ayırmak gerekir.

Bu mes’ele, yâni “vaîd” mes’elesi, ümmetin ihtilâf ettiği büyük mes’elelerin ilkidir. Çünkü Kur’an’ın vaîd (tehdit) konusundaki âyetleri geneldir. Meselâ buyrulur ki:

“Zulm ile öksüzlerin mallarını yiyenler, karınlarına sadece ateş doldurmaktadırlar ve çılgın bir ateşe gireceklerdir” (4 Nisa 10)

Şöyle şöyle yapana, şu şu vardır şeklindeki âyetler de aynı şekilde mutlak ve geneldir.

Bu âyetler selefin “Kim şöyle derse o şudur” şeklindeki genelleyici sözleri mesabesindedir. Şu da var ki, muayyen (belirli) bir kimseden, tevbesi, yok edici iyilikleri, keffâret olucu musibetler veya makbul bir şefaat gibi şeylerle hakkındaki vaîd’in hükmü kalkar.

Tekfir de, vaîd kabilindendir. Çünkü her ne kadar bir sözü Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in söylediğini yalanlama anlamı taşıyorsa da, kişi daha yeni müslüman olmuş veya uzak bir çölde yetişmiş olabilir. Aleyhine delil ve gerekçe bulunmadıkça böylelerinin bir şeyi inkâr etmesi tekfirlerini gerektirmez. Kişi bu nâsları (âyet ve hadîsleri) işitmemiş veya işitip de onca sabit olmamış, veya elinde başka bir delil var da bunu te’vil durumunda kalmış – hata da etse bu durumda kalmış – olabilir.

(Bu konuda) dâima “Sahîhayn” (Buhârî ve Müslim)’de geçen şu hadîsi zikrederdim:

“(Eski ümmetlerden bir zât oğullarına demiş ki:)

Ben öldüğüm zaman beni yakın, sonra kül ufak edin, sonra çöle savurun. Artık vallahi Allah’ın (beni toplamaya) gücü yeterse, âlemlerde hiç kimseye yapmadığı azabı bana gösterecektir, varsın etsin.

Adamın dediğini yaptılar. Sonra Allah ona dedi ki:

“Seni böyle yapmaya iten nedir?”

Adam: “Haşyetin (korkun)”, dedi.

Bunun üzerine Allah onu bağışladı” (Buhârî, Tevhid, 35, Enbiyâ, 54; Müslim, Tevbe, 25, 27)

İşte bu zât, Allah’ın kudretinden, kül ufak edilip savrulursa bir araya getirebileceğinden şüphe ediyor. Hatta şüphe etmiyor, (böyle yaptığı takdirde) tekrar dirilmeyeceğine inanıyor. Böyle bir inanç ise müslümanların ittifakıyla küfürdür. Ancak o adam cahildi ve bunu bilmiyordu. Mü’mindi, Allah’ın kendisini cezalandıracağından korkuyordu. Bu sebeble Allah onu bağışladı.

(“Bu olayın en doğru açıklaması şöyledir: Bu adam Allah’ın sıfatlarının hepsini hakkıyla ve Allah’ın kudretini tafsilatıyla bilen birisi değildir. Mü’minlerin çoğu da böyledir. Ancak Böyle konularda cahil olan kimse kafir olmaz.” (Mecmua el Fetava c: 11 s: 410-411)


İmamlardan nakledilen “Her kim şöyle derse kafirdir” gibi umum sözler bazen muayyen şahıslara tatbik edilemeyebilir. Tevhidin haricindeki birtakım meselelerde bu şekilde bir mutlak-muayyen ayrımı ile alakalı Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demektedir:

وَحَقِيقَةُ الْأَمْرِ فِي ذَلِكَ: أَنَّ الْقَوْلَ قَدْ يَكُونُ كُفْرًا فَيُطْلَقُ الْقَوْلُ بِتَكْفِيرِ صَاحِبِهِ وَيُقَالُ مَنْ قَالَ كَذَا فَهُوَ كَافِرٌ لَكِنَّ الشَّخْصَ الْمُعَيَّنَ الَّذِي قَالَهُ لَا يُحْكَمُ بِكُفْرِهِ حَتَّى تَقُومَ عَلَيْهِ الْحُجَّةُ الَّتِي يَكْفُرُ تَارِكُهَا.

“İşin hakikati şudur: Bazen bir söz küfür olur ve bu sözün sahibine mutlak manada küfür isnad edilir ve “Her kim şöyle derse kafirdir” denilir fakat bunu söyleyen muayyen (belirli) şahsa gelince ta ki ona inkar edenin tekfir edileceği risalet hücceti ikame oluncaya kadar o kişi tekfir edilmez” (Fetava, 23/345)

Şeyhulislam Muhammed bin Abdulvehhab rahimehullah İbn Teymiyye rahimehullah ’ın bu sözünden yol çıkarak dinin aslını bozan şirk ehlinin de tekfir edilemeyeceğini iddia edenlere verdiği cevabında şöyle demiştir:

“Kaldı ki Şeyh’in (hüccet ikamesiyle alakalı) sözleri riddet ve şirkle değil bilakis ister usul isterse de furuyla alakalı olsun cüzi meselelerle alakalıdır. Ma’lumdur ki, onlar kitaplarında sıfatlarla alakalı meseleleri veya Kur’an(‘ın mahluk olduğu iddiası) veya İstiva veya bunlardan başka meseleler hakkında selefin mezhebini zikrederler. Bunu Allah’ın ve Rasulunun emrettiğini söylerler ki bu mezheb üzerine Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Ashabı adım adım ilerlemiştir. Sonra Eş’ari’nin ve başkalarının mezhebini anlatırlar. Sonra selefin mezhebini üstün tutar ve ona muhalefet edeni kınarlar. Eğer onların büyük çoğunluğuna hüccetin ikame olmadığını farzetsek dahi en azından iki mezhebi yani Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ve beraberindekilerin mezhebi ve Eş’ari ve yanındakilerin mezhebini nakleden muayyen kişiye hüccet kaim olmuştur. Şeyh bu tarz meseleler hakkındaki sözünde der ki: “Selef (söz ve fiilin) nev’ini, cinsini tekfir eder; Muayyene gelince, şayet hakkı öğrenir ve muhalefet ederse muayyen olarak kafir olur. Aksi takdirde tekfir edilmezler.” (Tevhid Risaleleri 2- Mürtede Mektup)

Görüldüğü üzere Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab rahimehullah sıfatlara dair konularda tekfirden önce hüccet ikamesi gerektiğini beyan etmiş lakin bunun şirk gibi zahir meselelerde de hüccet ikame edileceği manasına gelmediğini izah etmiştir. Yukarda İbn Teymiye’den de şirk ve riddet gibi açık meselelerde hüccet ikame etmeksizin tekfir ettiğine dair nakillerde mevcuttur. İbn Teymiyye rahimehullah başka bir yerde ise sıfat inkarcısı olan muhataplarına kendilerini tekfir etmediğini beyan etmektedir:

وَلِهَذَا كنت أَقُول للجهمية من الحلولية والنفاة الَّذين ينفون أَن يكون الله تَعَالَى فَوق الْعَرْش أَنا لَو وافقتكم كنت كَافِرًا لِأَنِّي أعلم أَن قَوْلكُم كفر وَأَنْتُم عِنْدِي لَا تكفرون لأنكم جهال وكان هذا خطاباً لعلمائهم وقضاتهم وشيوخهم وأمرائهم

“Bundan dolayı ben Cehmiyyeden ve Hululiyeden Allah’ın arşın üzerinde olduğunu inkâr edenlere şöyle dedim; “Eğer ben size söylediklerinizde muvafakat etsem kafir olurum. Çünkü ben iyi biliyorum ki bu küfürdür. Siz benim nezdimde tekfir edilmezsiniz çünkü benim yanımda cahilsiniz. Bu onların alimlerine, kadılarına, şeyhlerine ve emirlerine yönelik bir hitaptı…” (Er-Redd ale’l Bekri sf 259. İbn Teymiye’nin bu sözünü şu alimler inkar etmeksizin nakletmişlerdir: Abdullah bin Muhammed bin Abdulvehhab, el-Kelimat’un Nafia (Akidet’ul Muvahhidin içersinde); Ahmed bin İbrahim bin İsa Şerh’un Nuniyye (Tavdih’ul Makasıd) 2/406; Alusi, Gayet’ul Emani, 1/47; Ebu Batin, Mecmuat’ur Rasail, 4/510.)

Görüldüğü gibi Şeyhulislam, bir çoğu Eşarilerden olan alimlerle yaptığı münazaralarda onların Arş’la alakalı getirmiş oldukları fasit tevillerini gördüğü halde onları cehaletlerinden dolayı tekfir etmemiştir. Buradaki cehaletten kasıd yaptıkları tevillerdir, yoksa istiva ile alakalı nassları hepsi biliyordu ancak fasit bazı usullerden dolayı tevil ediyorlardı. Ancak İbn Teymiyye başka bir makamda ise karşıdaki kişilerin hakka karşı inatçılıklarını sezdiği zaman onları alenen tekfir etmiştir. Süleyman bin Sehman’ın naklettiğine göre yine hapiste bulunduğu sırada kendisine “şu şekilde itikad edeceksin” diye dayatanlara karşı sesini yükselterek “Ey kafirler, ey zındıklar, ey mürtedler” diye haykırmıştır. (Süleyman bin Sehman, Keşf’uş Şubheteyn, sf 32)

Halbuki ona dayatılan yine Eşari akidesi idi. Fakat o muhataplarının durumuna göre bazen tekfirden kaçınmış, bazen de tekfir etmiştir. Bu tarz meselelerde muhatabın hüccete karşı tutumuna göre hüküm değişir. Aynı akideye sahip birisi tekfir edilirken diğeri tekfir edilmeyebilir. Çünkü bu konular herkesin aynı ilme vakıf olduğu dinin aslıyla alakalı meseleler değildir. Bilhassa da sıfatlar konusu böyledir. Bundan dolayı alimler sıfatlar hakkındaki cehaleti mazeret görmüşlerdir.

Misal olarak İmam Şafii şöyle demektedir: “Allah’ın isim ve sıfatları vardır. Onları kimse reddedemez. Ancak hüccetin ulaşmasından önce onlardan bir şeye muhalefet etse, cehaleti yüzünden ma’zur görülür. Çünkü isim ve sıfatların bilgisi akıl, görüş ve fikirle idrak edilemez…” (İbnu Ebi Hatim, Menakıbu Şafii’de Yunus bin Abd’ul A’la’dan rivayet etmiştir. Feth’ul Bari 13/407)

Allahın sıfatları hakkındaki cehalet ise her zaman zatı hakkındaki cehaleti gerektirmez. Bu yüzden şirk gibi Allahın zatı hakkındaki cehaleti gerektiren şeylerde hiçbir mazeret kabul edilmezken, sıfatlarla alakalı cehalet ise Allah hakkındaki cehaleti gerektirecek bir seviyeye ulaşmadıkça mazeret kabul edilmiştir. Arş, nüzul, Allah’ın kelam sıfatı (dolayısıyla Kuran mahluktur diyenler), ruyetullah gibi konularda muhaliflerin tekfir edilmeden önce hüccet ikamesinin şart olması bundan kaynaklanır. Şeyhulislamın er-Redd ale’l Bekri’de geçen sözünün böylece şirk konusunda değil, sıfatlar meselesindeki cehaletle alakalı olduğu ortaya çıkmıştır. Aksi takdirde şirk konusunda cehaleti özür görmediğine işaret eden diğer sözleriyle çelişmiş olurdu.

Aslud-dini bozacak küfür ve şirk işleyen, Allah ile birlikte başka ilahlar edinen, İslam dininden herkesin zaruri olarak bildiği bir şeyi inkar eden ve benzeri kimseler hakkında bu kimsenin işlediği amel küfürdür fakat şahsın kendisi tekfir edilemez anlamında mutlak ve muayyen tekfir ayrımı yapılamaz.

Gerek seleften,haleften ve sonra gelen hiç bir alim bu şekilde açık küfürleri işleyen kimseler hakkında biz bunların işlediği fiilin nevini (türünü) tekfir ederiz fakat bu hükmü muayyen şahsa indirgeyemeyiz gibi bir şey söylememiştir. Bunu iddia etmek şeriatin açık hükümlerini iptal etmek anlamına gelir. Zira bu Allah’ın kendisine ortak koşanları asla bağışlamayacağını, bütün kafir ve müşriklerin ebedi olarak cehennemde kalacağı gibi apaçık nassları inkar etmek hükmünü geçersiz kılmak yahutta geçersiz bir tahsis yaparak hakkı saptırma söz konusudur.

Şirk ve küfür kendisine nispet edilen kimsede ancak tekfirin engellerinden bir engel varsa bu tespit edilir ve olay hakikate kavuşur. Dinin aslı ile alakalı olan meselelerde mutlak ve muayyen tekfir ayrımı yapılamaz. Bu ayrım ancak dinin açık herkesçe bilinen hükümleri haricindeki hafi yani kapalı meselelerde söz konusu olur. Onda bile kişinin geçerli bir mazereti olmadığı ortaya çıkarsa tekfir edilmesi vacib olur. (Alıntı)

Tekfirin gerektiği bir mesele olmasada usul olarak aynı minvalde olduğundan şu iki hadisi de örnek verebiliriz. Keza birinci hadiste umumî olarak lanetlenme söz konusu iken ikinci hadiste muayyen olarak kişiye indirgenmek istenildiğinde engelden dolayı tatbik edilemiyor.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurur ki:

“Cibril bana geldi ve: ‘Ey Muhammed! Şüphesiz ki Allah içkiyi, onu sıkanı, sıktıranı, içeni, taşıyanı, kendisine taşınanı, satanı, satın alanı, dağıtanı ve dağıtılmasını isteyeni lanetlemiştir’ dedi” (Sahihu’l Cami‘”, 72.Tirmizî, Buyu‘, 52, hadis no. 1295.)

Bu hadiste görüldüğü gibi içki içen,içiren yapanlar ve diğerleri umumî bir lanete tabi tutulmuşlardır.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında Abdullah isminde bir adam vardı. İnsanlar tarafından “himar” diye lakaplandırılmıştı. Bu kişi Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i ara sıra güldürürdü. Hz. Peygamber ona içki içtiği için sopa vurma cezası uygulamıştı. Bir gün bu şahıs yine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzuruna getirildi. Hz. Peygamber ona sopa cezası uygulanmasını emretti. Bunun üzerine değnekle dövüldü. Topluluktan birisi “Ya Rabbi şu adama lanet et, içki yüzünden ne kadar da çok huzura getiriliyor!” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem “Ona lanet okumayınız! Vallahi kesin olarak biliyorum ki bu zat Allah’ı ve Rasûlünü sevmektedir” buyurdu. (Buhârî, Hudud, 5, hadis no. 6780.)

𝑣𝑒’𝑙 𝐻𝑎𝑚𝑑𝑢𝑙𝑖𝑙𝑙𝑎ℎ, 𝑣𝑒’𝑠 𝑆𝑎𝑙𝑎𝑡𝑢 𝑣𝑒’𝑠 𝑆𝑒𝑙𝑎𝑚𝑢 𝑎𝑙𝑎 𝑅𝑎𝑠𝑢𝑙𝑖𝑙𝑙𝑎ℎ


Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın